prefabrik ev satışı fiyatları ve osmanlı harb
(f su yüklendi.
Türk ordusunun kalanıyla birlikte bize yetişen Reis Efendi, bi-KÎâhirPaşa kumandasındaki askerler Salahiye’ye vardıkları za-jıan düşmanı kovaladıklarını, az sayıda askerin öldüğünü bildiril. Kovalayanlar arasında, iyi bineklere sahip ve tüfeklerini kullan-.nakta pek mahir olan, dört nala kalktıklarında pek etkili hücuma hikan Mağribiler de varmış. Ne yazık ki, bu hücumda reisleri öl-iıirülmüş.
Gece yarısı, eşyalarımız bir refakatçinin gözetiminde gönderil-ıli;ve20’si sabahı saat altıda biz de yola koyulduk. İki buçuk saat »nra kırk beş dakikalık bir mola verdik; ve bir buçukta yeni karargâhımız olan Barrahcat’a (Bereket) ulaştık. Yüzeyinde çok miktarda deniz kabuklularının, çok miktarda tuz tabakasıyla birlikte %lmış olduğu bu mevkinin, geçmiş çağlarda bir tuz gölü yatağı % açıktı. Kuyu kazmaya giriştik, fakat çıkan su, sığırlara bi-'mlemeyecek kadar tuzlu ve acıydı. Bunu tahlil ettiğimde, bü-'“Ir oranda tuz içerdiğini buldum. O gün yaklaşık yirmi beş kilo-
metre kadar yol aldık; ve güzergâhımızda ilerlerken, Fransı^ı mirage [serap] olarak adlandırdığı ve Fransız Ulusal sü’nden Monge tarafından büyük bir hünerle betimlenmiş şırtıcı göz aldanmasını görme şerefine eriştik. Bu çöle has bir^ç^ dir ve adeta öndeki develerin gölgeleri görünen su yüzeyindeymiş sıyormuşçasma sanki bir sahihlik ve gerçeklik havasıyla birli^ç uzaktaki suyun görüntüsünü içerir. Bu hayvanların gövdeleri, sg,ş’ ki dalları budanmış ağaç gövdeleriymişçesine daralıp yukarıyg doğru uzamışa benziyor, bu da yanılsamaya daha sıradışı bireth katıyordu. Uzaktaki kum tepelerinin en yükseği beyaz bulutlara benziyor; küçükleri de güzelim göllerin ortasında yelken açmış ge. miler gibi görünüyordu. Bu görüngü, çok ince bir şekilde kristal-leşmiş, parlak ve ışıltılı tuzlu bir maddeyle kaplı yüzeylerde özellikle belirgindi. Daha sonra yapacağım deneyler için bu tuzlu maddeden bir miktar topladım.
Buradan 21’inde, sabah üç ilâ dörtte ayrıldık ve henüz gün doğmamış olduğundan, meşaleler taşıyan rehberlerin ardına düştük, Bununla birlikte, yolumuzu kaybettik ve neredeyse iki saat geciktik. O günkü yürüyüşte iki kez mola verdik; meşakkatli ve alabildiğine yorucu kırk sekiz kilometrelik bir yürüyüşün ardından, en nihayet öğleden sonra dört buçukta, Birr-el-habt’daki kamp yerimize vardık. Yol boyunca inanılmaz sayıda deve, at ve diğer hayvan iskeletleri dağılmıştı. Yürüyüşümüzün ilk bölümü, yolumuzu kaybetmemiz dışında, tahammül edilebilecek kadar iyi geçti; ama son on beş kilometrede, çok kalın ve engebeli kum katmanlarında yürümek zorunda kaldık. Aynı zamanda havanın sıcaklığı da ezici düzeydeydi...
22’si sabahı altıda yürüdük ve öğle vakti, Kat’iye’den yaklaşık iki buçuk kilometre mesafedeki Theah’ya (?) vardık. Oraya giden yol da zorlu ve engebeliydi, o kadar ki, yirmi beş kilometrelik bir mesafeyi almak için, iki mola vermek zorunda kaldık. Karargâhımız civarında çok güzel birkaç hurma ağacı vardı. Kuyuların suyu genelde iyiydi; ama içlerinden bir tanesi, Harrovvgate’den alınanlar siyah ve iğrençti. Türkler, o kuyuya Fransızların barut atmış ol-luklanm ileri sürüyorlardı.
un üzerine dağılmış birçok leş vardı. Bizi Muhammed ^!^*Teönderdiği haberci karşıladı ve Tineh’in {?) bir Türk sü-ele geçirildiği haberini aktardı. Sözü geçen yerde
Fransızlar arkalarında iki top, bir miktar arpa ve bir-başka malzemeyi bırakmışlardı... Türkler arasında, herhalde tbaaınyol açtığı çok sayıda can kaybı hüküm sürüyordu. Gelge-Jelim,daha büyük olasılıkla buna aralıksız yorgunluk ve besin ek-neden olmuştu.
Sabahın erken saatlerinde havanın bulutlu olması nedeniyle, sı-^kdaha az kavurucuydu; ama saat onda, hedefimize iki saatlik l,ir mesafe kaldığında, sıcak ansızın öylesine şiddetle bastırdı ki, l(avurucu kumların üzerinde yürürken, amiyane fakat durumu açıklayıcı bir deyim kullanmak gerekirse, sözcüğün gerçek anlamıyla, güneşin altında ızgara olduk. Ne ki, çölün görünüşü epeyce düzelmişti: Yol üzerinde, birkaç hurma ağacıyla birlikte, çeşitli bitkiler ve çiçekler görüyorduk; ve Theah’ya (?) yaklaşırken, çölün başka yerlerinde gördüğümüzden çok daha fazla yeşil çalı bulduk. Bazı oyuklarda, bitkilerin büyümesini sağlayacak derecede nem vardı; ve bu noktalarda, pek az güçlükle iyi su çıkarılabileceğine kuşku yoktu. Üzerlerinde uçan kuşların sayısı ve çeşitliliği, bu gözlemin gerçekliğinin güçlü bir kanıtıydı.
Karargâhımızın kurulduğu yerde kumlara saçılmış kırmızı tuğla, vb. parçalara bakılırsa, bir zamanlar bir köy bulunduğu anlaşılıyordu. Arapçada da Theah (?) köyü çağrıştıran bir sözcük; fakat herhangi bir binaya dair bir emare bulamadık. Kuyular, bir grup hurma ağacının altındaydı. Vezir’in niyeti burada iki gün kalarak, topçuların ve geride kalan yük hayvanlarının yetişmesini beklemenin yanı sıra, dört günlük bir sürede, çölün en kötü bölümü olduğu kuşku götürmeyen yaklaşık yüz on kilometrelik çok zorlu bir yürüyüşten henüz çıkan ordusuna biraz dinlenme olanağı vermekti...
25’inde, sabah saat iki buçukta kalktık ve saat üçte eşyalar yola çıkarıldı. Gelgelelim, Tineh’e (?) bir grup deveyi göndermek için yapılması gereken bazı işler nedeniyle neredeyse saat sekize kadar hizyola çıkamadık; ve bu arada geçen süre korkunç sıkıntı vericiydi. Saat onda yaklaşık bir saat kadar mola verdik ve Bir-denen-
dar’daki karargâha, 30 kilometreye yakın yürüyüşün ardından, sa. at ikide vardık. Bu mevkide birkaç hurma ağacı vardı; ve eskiden konutlar olduğuna işaret edecek şekilde, kırmızı tuğlalar etrafa saçılmıştı. Burada bulduğumuz su tuzlu, acı ve en kötü kalitedendi, Yürüyüşümüz sırasında hava aşırı derecede sıcaktı ve derin ve kalın bir kum tabakasıyla kaplı güzergâhtaki bu yürüyüş son derece engebeli ve zorlu olduğundan, tam anlamıyla bitap düşmüştük. Bununla birlikte, çalılıklar daha önceki yürüyüşlerimizde rastladığımızdan çok daha boldu. Son karargâhımızdan ayrılmamızdan yarım saat sonra, tuzlaya benzeyen, çok miktarda tuz tabakasıyla kaplı, alabildiğine çetin bir araziye girdik. Tuzlu suyun güneşte buharlaşması için kazılmışa benzeyen birkaç kuyuda, hâlâ bir miktar saf ve beyaz tuz bulunuyordu. Kat’iye havalisindeki hurma ağaçlarının çoğu, Suriye’den çekilmeleri sırasında Fransızların çeşitli amaçlarla kesmeleri yüzünden yerde uzanıyordu.
O günlük yürüyüş esnasında, Vezir, eskiden geniş bir taş köprünün bulunduğu nehrin üzerine dubalı bir köprü yapmaları için önden bir grup Deli gönderdi. Osmanh ordusunun ilerleyişini durdurmak için, düşman bu köprüyü yıkmıştı; ama görevlerini birkaç saat içinde tamamlayan Deliler sayesinde bu engelin kalkması çok sürmedi. Bu ırmağı, dönemsel taşmaları sırasında Nil’in oluşturduğu anlaşılıyordu...
26’sı sabahı ikide kalktık ve beşte yola koyulduk. İki buçuk saatlik bir yürüyüşün ardından, birkaç yerde Nil’in taşmasıyla göller ve dereler oluşturmuş çok büyük su kitleleriyle karşılaştık. Suyun tadı hafif tuzluydu ve iyi bir su olduğu söylenemezdi. Çölün bu kesiminde çok miktarda yeşil çalılık bulunuyordu. Arazi daha düz ve daha az kısmı kumluk olduğundan, yolculuk kesinlikle tatsız olmadı. Saat sekizde bir buçuk saatlik bir mola verdik; ve saat onda, yapılan dubalı köprüden ırmağı geçtik. Saat on birde. Kantara’da belirlenmiş karargâh mevkiimize ulaştık ve burada çalılıklar ve sığırlar için otlarla birlikte, bol bol içme suyu bulduk. Bir sürü güvercin ve ördek uçtuğundan, tüfeğimi alıp birkaç güvercin vurdum; sadece ekmek, kahve ve biraz da pirinçten oluşan sade diyete mahkûm olduğumuzdan bunları yemek
I' 27’sinde iki buçukta kalktık ve saat beşte yola düzüldük. İlerle-esnasında, her defasında yaklaşık bir saatlik iki mola ver-jHvetam öğle vakti Salahiye’ye vardık. Yolun son bölümü çok |,ıinıluk ve meşakkatliydi. Salahiye’ye yaklaştığımız sırada, çalılıkların miktarı tedricen azaldı ve sonunda tamamen yok oldular; o lıjiiar ki, kahvemizi kaynatmak için yakacak olarak çalı çırpı bile jnilâmadık. Hemen çevremizdeki arazinin görünüşü çok kasvetliy-jj, tümüyle muazzam bir çöl düzlüğünden ibaretti; ama Salahi-|,(’nin batısı ve kuzeyine doğru, kilometrelerce uzanan çok büyük Imrma ağacı koruları vardı. Yaklaşık bir buçuk kilometre kadar 0afede, böyle bir korunun güneyine karargâh kurduk.
Sadrazam’ın Salahiye’ye yaklaşması üzerine, kente giriş yapması için gereken düzenlemelerin yanı sıra, karargâhım kurmak için, lendileri hurma ağaçlan arasındaki bir açıklıkta durdu. Daha sonra Türk ordusu aşağıdaki düzenle ilerledi; -Önde, bir süvari safı, safın önünde atlarına inip binen ve havaya yaylım ateş açan küçük âdı gruplar. Ardından, Sadrazam’ın atlarının başım çektiği Arna-mtlardan oluşan bir grup ile ilahiler okuyan rahipler ve imamlar. Ardından Albay Hollovvay, Binbaşı Hope, vb., derken birbiri ardına Türk zabitleri ile mızıka takımı ve maiyetiyle birlikte Sadrazam. Son olarak da, atlı bir Deli birliği geçit alayının sonunu oluşturuyordu.
Hani Yunus’dan Salahiye’ye, çöl boyunca yaklaşık iki yüz elli kilometrelik çok çetin, yorucu ve tehlikeli güzergâhı böylelikle tamamlamıştık, ama birçok hayvan ile birkaç asker kaybından kaçınmamıştık. Ara sıra baş gösteren üzücü sahneler, hassas bir ruh için gerçekten acıklı olmuştu.
Girit: İnstitutc for Mcditcrranean Studics, 2002). Derlemedeki iki makale Rossitsa Gradeva, “Shipping along the lovver course of the Danube (end of tlıe 17th century)” 301-24, ve Svetlana Ivanova, “Sketehes from the life of a Kapudan Pasha on the |)a.* nube”, 325-45, Tuna donanmasını ve 17. yüzyıl sonundaki faaliyetlerini ustalıkla an-latır. Bkz. ayrıca: Daha sonraki dönem için bu kitabın sonundaki Okuma önerileri Kılavuzu.
Thomas Kaiser, “The evil Empire? The debate on Turkish despotism in eighteenth-century French political cukurc", Journal of Modern Htstory 72 (2000), 6-34. Michaci Hickok, bir sohbette.
Şerif Mardin, “The just and the unjust”, Daedalus 120 (195^1), 113-29. Selim Derin-gil, The Well-Protected Domains: Ideology and the Legitimation ofPower in the Ot-tornan Empire, 1876-1909 (Londra:
John Stoyc, Marsigli’s Europe, 1680-1730 (New Haven: Yale University Press, 1994), bölüm 3, çeş. yer. Stoye, çoğu Bologna ve Viyana’da bulunan çok sayıdaki yayımlanmamış günlük ve çalışmayı kullanarak, Marsigli’nin yaşamı ve eserleri üzerine akıl almaz miktarda malzeme toplamıştır.
Türkü şöyledir: “Estergon kalesi, bre dilber aman, su başı durak; Kemirir gönlümü, bre dilber aman, bir sinsi firak; Gönül yâr peşinde, bre dilber aman, yâr ondan ırak; Akma Tuna akma, bre Şahin aman, ben bir dertliyim; Yâr peşinde aman da gezer koşar yandım kara bahtlıyım.”
Stoye, 106-07. Haydutlar, kişinin bakış açısına bağlı olarak paralı askerler, çapulcular veya özgürlük savaşçılarım akla getiriyor.
Hussey vebadan öldü; Köprülü Mustafa Salankamen’de savaş meydanında öldü; II. Süleyman hazırlıkları yapılan bu seferden önce öldü.
William H. McNeill bunu kitabının başlığında ifade etmiştir: Europe’s Steppe Fron-tier [Avrupa’nın Bozkır Sınırı] 1500-1800 (Chicago; Chicago University Press, 1966). William H. McNeill, Yenice: the Hinge of Europe, 1081-1797 (Chicago: Chicago University Press, 1974), 182-83.
Staatsarehiv Detmold L 114A (von Blomberg-Iggenhausen, Nr. 737). Hans Heinrich Nolte, “The European system”, yayımlanmamış tebliğ.
Basil G. Gounaris, “Social cleavages and national ‘avvakening’ in Ottoman Macedo-nia”, East European Quarterly 19 (1996), 421.
OsmanlIlar kendilerini asla Türk olarak kabul etmediler -bu terim erken dönemde Avrupa tarafından kullanılmıştı; bunun bir nedeni, Müslüman imansız için Sarazen veya Arap yerine jenerik terim olarak Türk’ün kullanıldığı Haçlı seferlerinin uzun geçmişe dayanan çağrışımıydı. Bu nedenle Avrupa diplomasisi Türkiye ve Türklcr sözcüklerini daima kullandı, ama bu terim hanedan tarafından ancak 19. yüzyılda uyruklarıyla özdeşleşmesinin bir parçası olarak kabul edildi.Türk milliyetçiliği, ancak 20. yüzyılda bir direniş ideolojisi olarak ortaya çıktı.
konusu antlaşmanın Osmanlıca metninin girişi şöyledir: “İş bu muahede bin yüz ^nesi recebin yirmi dördüncü gününde sultan mustafa han-ı sani hazretleri zama-jıi saltanatla tında sadrazam ve serdar-ı ekrem hüseyin paşa memuriyetiyle ve impara-[orlrnpnlJus asrında karlı peçede akd tanzim olunmuş ve cvahir-i şaban sene 1110 (jtihinJe taraf-ı şahaneden ve tasdik buyrulmuşdur.”
]|l;j Girit üzerine Venediklilerle müzakereleri yürüten (1669) Panagioti Nicoussias’tı. \(ılliam H. McNeill, Venice, 213-14. Bu antlaşma metni, Fred L. Israel, den. Majör fince Treaties of Modern History’den, c. 2 (Ncw York: Chelsca Housc, 1967), 869. 'InPcrasono tre malanni; peşte, fuoco, dragomanni.” Mary L. Shay, The Ottoman fjnpirefrom 1720 to 1734 as Revealed in the Dispatehes of the Venetian Badi {Urbana, İl: Univcrsity of Illinois Press, 1944), 38.
, ikmard Lewis, The Müslim Discovery of Europe (Nevv York: Norton, 1982), 78-88, ama özellikle 105: “Kâfir yabancılarla uğraşmak kirli ve tehlikeli, en iyisi öteki kâfirlere bırakılması gereken bir işti... Kâfir dünyayla bu tür ilişkilerin zorunlu olduğu hissedildiğinden, çoğu Müslüman hükümdar kâfirlerin onlara başvurup istekte bulunmasına-aşağıdan daha yüksek olana doğal bir armağan— ve kendi topraklarında bile', çok yakın temastan kaçınmak üzere aracılar kullanmaya bel bağlamaktan memnundu." lxwis’in bu konuda hissiyatı açıktır, t MeNeill, Venice, 215, üsmanlı toplum ve uygarlığının, biri Müslüman diğeri Hıristiyan olan iki “başının” gelişmesine değinerek devam eder, r J. C. Hurewitz, “The Europeanization of Ottoman diplomacy: the conversion from unılatcralism to reciprocity in the nineteenth century”. Belleten 25 (1961), 460-61.
;l Faik Reşat Unat, Osmanit Sefirleri ve Sefaretnameleri (Ankara: Türk Tarih Kurumu,
Bu, Rifaat Abou-F.l-Haj’ın geliştirdiği teoridir: “Ottoman attitudes tovvard peace ma-kingıthe Karlovvitz casc”. Der İslam 51 (1974), 131-37; bkz. ayrıca Virginia H. Aksan, An Ottoman Statesman in War and Peace: Ahmed Resmi Efendi, 1700-83 (Lei-dcnıBrilI, 1995), Bölüm 1, çeş. yer., reisülküttablık makamının gelişimi hakkında. Abüu-EI-Haj, “Ottoman attitudes”, 136.
Thomas Naff, “The Ottoman F.mpire and the European States system”, Hcdley Bull ve Adam Watson, der., The Expansion of International Society (Oxford: Oxford Uni-versity Press, 1984) içinde, 152.
Bkz,.Cemal Kafadar, Betıveen Two Worlds (Berkcley, University of California Press, 1W), 62-90, bu tartışmanın en iyi özeti için.
Paul Üukes, The Making of Russian Absolutism, 1613-1801, 2. basım (Londra: longman, 1990), Bölüm 1.
].C. Hurcwitz, The Middle East and the Nortrh Afrtca in World PoUttes: A Docu-Kentary Record, 1 cilt (Nevv Haven: Yale University Press, 1975), c. 2, 36.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder