24 Ağustos 2015 Pazartesi

prefabrik ev satışı fiyatları ile allah bize yeter


prefabrik ev satışı fiyatları ile allah bize yeter sizlere herzaman oldugu gibi yine prefabrik ev satışı fiyatları diyorki Aslında bu tablo istenen, hatta özlenen bir İçtimaî hayat merhalesiydi.prefabrik ev satışı fiyatları Bir zamanlar komünist, sosyalist rejimlere özenen Ecevit, toprak reformu yapma iddiasıyla büyük çiftlik arazilerini küçük parçalara ayırarak isteyenlere vermeye kalkmışsa da tek başına iktidara gelemediği için başaramamıştı.

Memleketi kalkındırma hedefini, “Şehirde ne varsa köyde de o olacak.” sloganı ile özetleyen Demirci ise defalarca ihtilâllere, muhtıralara muhatap olmasına rağmen her seferinde tekrar iktidara gelerek hedefini gerçekleştirmişti. Şu çiftlik evinin damındaki anten, bunun en canlı delili idi.
Ne var ki tek başına teknik gelişmeler, insanları bulundukları yerde mutlu etmeye yetmemişti. Şehirde yaşayanlar köy hayatına özenirken, köylerde oturanlar hep şehirleri hayal eder hâle gelmişti. Hepsine yer değiştirme fırsatı verilse, bir seneyi geçmez herkes eski yerini özlemeye başlardı ama o mümkün olmadığı için hissi özenti hayat gerçeğinin önüne geçiyordu.
Ortada bir İçtimaî hedef yanlışlığı vardı. Cumhuriyetin ku-mculannın ileri sürdüğü ‘muasır medeniyetler seviyesine çıkma’ ideali zaten tamamen dünyevî bir hedefti. Onların izinden gitme iddiasında olan sair hükümetler de milletin önüne hep dünyevî hedefler koymuşlardı.
Doymak değil tatmak yeri olan fani dünya, beşerî istekleri, hissî arzuları tatmin etmeye yetmediğinden, insanların dikkatini ebedî saadet menziline, yani ahirete çekmek gerekiyordu. Öyle bir hedefi olmayan devletin, vatandaşını, doğup büyüdüğü yerde kendine yetecek geliri olan bir iş sahibi yaparak dünya cihetiyle mutlu etmeli; dinî cemaatler de onları manen tatmin ederek ahirete hazırlamalı ve insanlar saadet-i dâreyne mahzar olmalıydı.
48 / Allah Bize Yeter
Bu hususta resmî kurumJar da, cemaatler de kendile : tekabül eden vazifeleri hakkıyla ifa edememiş olmalı ki^ce ■ miyet, dünya hayatında mutsuz, huzursuz; ahirete mütealijjj vazifelerde kararsız kalabalıklar hâline gelmişti.
Patika yolda giderken arkadaşımla zarurî hâllerin dışında pek konuşmadığımızdan, bu kanaatleri çiftliğe kadar zihnim-de taşıdım. Onun ne düşündüğünü merak ettiğim için orada | sormak istediysem de fırsat bulamadım. Kamp yerine geldiğimizde yemek faslının bittiği ve müzakerenin başlamak üzere olduğunu görünce ayaküstü bir şeyler atıştırıp açlığımızı yatıştırarak salondaki yerimizi aldık.
Müzakerelere geçmeden önce herkesin sıra ile müşahede-lerini anlatması istendi. Söz alanlar, ilk defa böyle bir yere gelmenin tesiriyle hususi okumanın ardından tabiatı tefekküre daldıkları için kalabalık ve cemaat hususunda fikir yürütme fırsatı bulamadıklarını anlattılar. Sıra bana gelince arkadaşıma bakıp güldüm.
“Biz şehir hayatını özlemiş olmalıyız ki biz kasabaya gittik.”
“Gezebildiniz mi bari?”
“Siz cemaat nazarıyla cemiyet lıayatını gözleme karan aldınız, biz de onu yaptık.”
“İbretli müşahedeler yapmış olmalısınız.”
“Elbette.”
Kelime ağzımdan biraz iddialı çıkmış olmalı ki herkes bana döndü. Ben de gayriihtiyarî arkadaşıma baktım. O bu hareketi kendisine söz verme şeklinde değerlendirdi ve çiftlik arazisinin varisler arasında pay edilmesi üzerine yaptığımız mütalaaları anlattı.
Allah Bize Yeter \ 49
Meseleleri orada birlikte düşünüp konuşmamıza rağmen söyledikleri benim de dikkatimi çekti ve ilgiyle dinledim. Bilhassa resmî ideolojiye, bürokrasiye ve bazı güç kaynaklarına yaptığı sitemli, taruzlu atıflar salondaki herkes tarafından oldukça isabetli bulundu.
Sıra müşahedelerin kasaba faslına geldiğinde o susunca nazarlar bana çevrildi. Ben böyle bir şey beklemediğimden biraz hazırlıksız yakalanmakla birlikte, önce yaşadıklarımı anlattım. Ardından “Biz hayatın her bir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz, bize karışma.” diyen şahs-ı manevînin icraatlarına ve Bediüzzaman’ın ikazlarına dikkat çektim. Ülkedeki ekser şehirlerin ve insanların birbirine benzediğini izah ettikten sonra edindiğim en mühim intibaı söyledim;
“O meydanlarda o kalabalıklar bin yıl kaynaşsa da bir cemaat teşekkül etmez.”
“Etmesi gerekiyor mu?”
“Eğer medar-ı bahis olan milletse, evet.”
“Bizim bütün millete Nurları okutmak gibi bir vazifemiz yok.”
“Ama duyurma mükellefiyetimiz var.”
“Bütün cemaatler ve cemiyetler de aynı şeyi yapmaya kalkarsa çatışma çıkmaz mı?”
“Biz lisan-ı hâliyle ‘Yâ Hâlık’ım. Senin Esma-i Hünsanm nakışlarını yerin birçok yerinde ilân etmek isterim’ diyen çiçek misali, iman İslâm davasında bize tekabül edenleri yapmakla mükellefiz. Diğer cemaatler ve hizmet gruplan da aynı şekilde hareket ettikleri takdirde aramızda tatlı bir rekabet doğar ve İçtimaî hayat renklenir.”
“Sözünü ettiğin meydanda kaynaşan kalabalığın içindej cemaate mensup insan var.”
“Ama aralarında muhabbet ve uhuvvet irtibatı yok. On^; olmayınca herkes münferit hareket ediyor ve cemiyet özej. liklerini kaybederek kuru kalabalık hâlini alıyor.”
“Yeryüzünde, bütün insanları içine alan bir hareket var m, ki zaten.”
“Bütününü olmasa bile, ekseriyetini içine alan bir hareket olmalı.”
“Var."
O ana kadar yapılan konuşmalar iki kişi arasında cereyan ettiği için bu ses salonun diğer tarafından gelince bakışlar hareketlendi. Sesin sahibi de kendisine dönen nazarlara, iddiasını ispat etmeye hazır olduğunu gösteren kararlı bir duruşla mukabele etti.
Kısa süren sıkıntılı bir sessizlikten sonra, bazıları ona destek veren tavırlar içine girince salonun değişik yerlerinden, birbiri ardınca onu muhatap alan münferit sorular gelmeye başladı. O da onlara kısa
Aslında herkes tarafından beklenen bir cevaptı bu.prefabrik ev satışı fiyatları Sergilenen tavırlar, yapılan hareketler de onu gösteriyordu. Soru soranların kimisi izahını merak ettiğinden kimisi de müzakereyi hareketlendirmek maksadıyla değişik ihtimaller ortaya attı.
Namaz ve yemek için verilen aranın ardından başlayan müzakereler aynı mevzu üzerinde uzun süre devam etti. Her fikir ve teklif bütün yönleri ile tartışılırken soru soranlara, o meseleleri bilenler makul cevaplar verdiler.
Sohbete başlamadan önce yapılan mutat tanışmada kendisini Nur hareketine uç noktalardan birinden katılan ve merkeze doğru gelmeye çalışan bir Nur Talebesi adayı olarak tanıtan uzun boylu, sarışın zat; muhatap seçmeden bu fikre şahsî bir kanaat olarak baktığını söyledikten sonra fikri ortaya atan kişiye sordu:
“Nasıl vardınız bu kanaate?”
“Bu bir kanaat değil, müdellel hakikat.”
“Madem öyle, o hakikati bize anlat.”
“Nur cemaatini nasıl tarif eder Bediüzzaman?”
“Üstad ‘Nur cemaati iç içe geçmiş daireler misali geniş bir dairedir’ der.”
“Bu dairelerin en dışındaki daire hangisidir?”
“Dost dairesi.”
“Üstada göre dostun hassası ve şartı nedir?”
“Sözler’e ve envar-ı Kur’âniyeye dair olan hizmetimize ciddî taraftar olmak, haksızlığa, bid’alara, dalâlete kalben taraftar olmamak ve istifade etmeye çalışmaktır.”
52 / Allah Bize Yeter
“Milleti teşkil eden insanların ekseriyeti bu şartlan
“Demek ki Nur hizmeti, bizzat müessisinin ifadesiyle, let ekseriyetini kucaklayan bir harekettir.”
“Nur hizmetini sadece millete has bir hareket olarak gö^ mek doğru değil.”
“Neden?”
“Çünkü bütün beşeriyeti ihata eden bir hareket.”
“Doğru.”
“Üstelik insanlığın hem dünyasını, hem ahiretini ihata ediyor.”
“Bu da doğru.”
Salonun değişik yerlerinden yükselen bu fikir ve teyitler müzakere meclisini hareketlendirmeye yetti. Kimi kanaatini herkese duyurmak için yüksek sesle söylerken kimi yanındaki arkadaşına fısıldamayı tercih etti. Bu hâli zihnî yorgunluk emaresi sayan arkadaşlardan biri herkesin dikkatini çekecek fevri bir hareketle ayağa kalktı.
“Kardeşler. Bu kadar doğru söze bir doğru da ben eklemek istiyorum.”
“Ekle bakalım.”
“Şair ‘Gönül ne çay ister ne çayhane. Gönül sohbet ister çay bahane’ demiş.”
“Ne olmuş demişse?”
“Canım, anlayın işte.”
Allah Bize Yeter \ 53
“Neyi anlayalım?”
“Gönlün hararetle çay istediğini.”
“Onu sen bize değil, davet sahibine söyle."
Bu lâtif çıkış, salonu saran ağır havayı dağıtırken dikkatleri toplamaya yetti. Çay içmeyi programın esaslarından biri sayanlar teklifi hahişle destekleyince yüzler davet sahibine çevrildi. O sakin bir şekilde salona göz gezdirerek herkesin kendisine baktığından emin olduktan sonra ayağa kalktı.
“Arkadaşlar, çaylar hazır.”
“O hâlde gelsin çaylar.”
“Fakat gelemez.”
“Neden?”
“Çünkü burada çaylar gelmez, çaya gidilir.”
“O hâlde haydi buyurun!”
Bu davetten, çayın dışanda içileceği anlaşılıyordu. Dışarıda havanın serinlemiş olabileceğini düşünenler, karşı çıkmak istedilerse de ekseriyetin teklifi makul karşıladığını anlayınca vazgeçtiler. Onlar ağır ağır hazırlanırken ilk kalkan birkaç kişi dışarıya çıktı.
Konağın eyvanına çıkınca fark ettim günün geceye döndüğünü ve karanlığın ovaya çökmeye başladığını. Taş merdivenden aşağı indim, uyuşan ayaklarımın açılması için hızlı adımlarla bahçeye doğru gittim geldim ve çay için hazırlanan çardağa çıktım.
Havuzun kenarındaki ağacın altına, kabaca yontulmuş kalın mertekler üzerine çakılan tahtalarla yapılan bu iptidai kamelya, döşekler serilip yastıklar konarak itina ile hazırlanmıştı. Ben erken gelmenin avantajını kullanarak havuza en
Allah Bize Yeter \ 55
aklarını hareketlendirerek açıldıktan sonra, duvarlara çaıpa-rak kayboluyordu. Şayet havuz ovayı içine alacak kadar geniş olsa, o dalgalar bütün ovayı dolduracak, havuzun hududu sonsuza açılsa dalgalar sonsuzlaşacaktı.
Onlara bakarken, Nur hareketinin daireleri canlandı zihnimde. Suyun düştüğü yerde teşekkül eden çekirdek mesabesindeki daire “talebe dairesi”, onun etrafında şekillenen halkalar da “kardeş dairesi” gibiydi. Gittikçe genişleyerek havuzdaki her şeyi ihata eden daire de “dost dairesini” der hatır ettiriyordu.
Biraz önce müzakere sırasında konuşulan meseleleri hatırlatıp çıkarılan neticeleri teyit eden bu tasavvur, suyun güçlü sesine kapılarak monotonlaşan hasselerimi yeniden harekete geçirmiş olmalı ki dimağımda; çevreden gelen envai çeşit kuş, sinek, çekirge, börtü böcek sesleri yankılandı. İçlerinden biri olma hissiyle onlara kulak verirken, “Bülbül Bahsine Bir Tetimme”yi hatırladım.
Üstad Hazretleri, muhtemelen böyle bir zamanda ve yerde yazdığı bahiste, mahlûkatın her nev’inin bülbül misal bir sınıfının olduğunu söyledikten sonra sözü geceye, sineklere, böceklere getirerek tefekkür dünyama tabiî tezekkür menfezleri açmıştı.
Bu harikulade pencerelerden bakarken mevcudatın mec-lis-i halvetine katılıp hafi zikre dalarak onlar gibi “yaz ve bahar mevsimlerinde yüksek avazlarıyla, lâtif nağamat ile sec’alı tesbihat ile Rahmanirrahîm’in rahmetini ilân” edeceğim sırada, geride kalan arkadaşlar gelince tavlar kalabalıklaştı.
Bu beşerî tantana yüzünden hem böceklerin sesleri işitilmez oldu, hem de talvarın üstündeki kuru dallara asılan sey-
56/Allah Bize Yeter
yar lambalar yakıldığı için görüş mesafesi sadece ışjğjn
bildiği yerlerle sınırlı kaldı. Olanlardan duyduğum rahatsı.
hâlime aksetmiş olmalı ki kardeşlerden biri yanıma geldj “Ne yapıyorsun.^”
“Geceyi yaşıyorum."
“Yani uyuyorsun.”
“Hayır, gecenin sesini dinliyorum. Daha doğrusu dinleye, çektim.”
“Ne oldu peki.^”
“Siz geldiniz sükûnet bozuldu.”
“İyi ya işte, seni karanlıkla yüz yüze gelmekten kurtardık.”
“O karanlığın içinde ne aydınlık hakikatler var bir biJsen.”
Sözlerimdeki sitemi hissedince birden ciddileşti. Aydınlık tabiri ile mehtabı kastettiğimi düşünerek meraklı nazarını bir süre gökyüzünde gezdirdi. Çiftliğin doğu tarafındaki dağın gerisinde beliren pembemsi aydınlığı fark edince durdu. Önce dikkatle oraya, sonra bana baktı. Bu sefer onun sesinde sitem vardı.
“İyi de ay daha doğmamış ki.”
“Ben ayın aydınlığını kastetmiyomm.”
“Neyi kastediyorsun peki?"
“Mevcudatın zikir aydınlığını...”
“Hani nerde?”
“Derinlerde.”
Aramızda lâtifelerle başlayan sohbetin ciddileştiğini fark
eden arkadaşlar etrafımızda toplanırken, benim “Bülbül Bah-
Allah Bize Yeter \ 57
sine Bir Tetimme” mevzuunu nazara vermeye çalıştığımı fark eden bir kardeş gidip Sözler’i getirdi. Arkadaşlar yerlerini alınca okumaya başladı:
“Onlardan bir kısmı leylîdir; gecede sükûta dalan ve sükûnete giden bütün küçük hayvanların kasidehan enisleri, gecenin sükûnetinde ve mevcudatın sükûtunda onların tatlı sözlü nutukhanlarıdır ve o meclis-i halvette olan zikr-i hafinin dairesinde birer kutuptur ki, her birisi onu dinler, kendi kalpleriyle Fâtır-ı Zülcelâllerine bir nevi zikir ve teşbih ederler.”
prefabrik ev satışı fiyatları yazdı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder