19 Temmuz 2015 Pazar
prefabrik ev fiyatları ve islam yazıları
prefabrik ev fiyatları ve islam yazıları sizlere en güzel bilgileri veren prefabrik ev fiyatları diyorki iJindiği gibi eski altın ve gümüşe dayalı para düzeni günümüzde 1 ia yerini, devletlerin damgalarını taşıyan kâğıt paralara bıraktı. De’ ginlik ve İktisadî güçlerine göre bu kâğıt paraların kimi çok kimi de ( dir. Piyasa işlemleri bakımından altın ve gümüşle kıyas edilmez deı ören paralar vardır ve bunlar kâğıt paradırlar. Hele faiz yasağı içeı n gümüş bu yönde bir revaç bulamamaktadır. Çok olsun eız değ nümüzde halklar işlemlerini kâğıt paralarıyla yapmaktadırlar. Ev€ faizin haramlık sebep (illet) lerinden sayılan veznîlik (: ağırlık) yo diğer bir illet kabul edilen, para olma (. semeniyyet) vaısfını kzızaı )ğrudan paradan para kazanmaktır. Kumar da bir bakıma öyl var ki onda başlangıçta araya şans dahil edilmektedir. Para ise ı u yönden Kur’an’da, faiz işlemi bir alış-veriş (; bey') akdi olara liş ve kesin bir çizgiyle ondan ayrı tutulmuştur^'. Kağıt pıarayle nın nasıl savunulacak yönü yoksa onunla yapılan faizli işlem küm ve hem de maslahat/toplumun ortak menfciatı yönündei m söylersek, savunulacak bir yanı olmeız.
Tüketim kredisi ile ticaret-üretim kredisi arasında fc l^asaffi bakımından fark olup olmayacağı:
yeisağının sâdece illetini (; hükme yol açan temel sebebi) < hikmetini de ortaya koymak gerekir. Burada hikmet; Bu y< {istenen ve bu yolla da gerçekleştirilmesi hedeflenen hususlc nlere verdiği zarar ve nihaî sonuçlan itibariyle de bunun geı nden yasaklanmış olur. Bu zarar önce doğrudan kimedir ve 1 Günümüzde bazıları, tüketim ödünçleri ve tüketici borçlann» ıklandığını ve buna mukabil tüccar, sanayici ve müstahsile \ iri kredilerden fâiz almanın dindeki yasak kapsamında olma K’ı/r’nn’da faiz piyaseisında ceryan eden “kot
yapılan ba/ı nnlJnşnuı ve yjJziîjrTuılarda yasak ayınrnsı/. yerİrU kırın ötesindeki genel uyarı ve bilgilendirmelerinde de bir ayır fiir önceki ba.<jlıkia da genişçe yer verdiğimiz gibi mesela TaiJ'd Mekkelilere faizle ödünç verirlerdi. Tâl/ ziraata elverişli bir yerd böyle değildi. Mekkelller dahci çok hayvancılık ve tic:rjret yapar onlar larafından daha çok ticarette veya hayvan alıp üretrnekl< başka türlü onlara kimse kredi vermek istemez, f aiz yasağı gel zamanda Mekkelller den geriye kalan alacaklarını faizleriyle V)er giden TâifiUer bundan dolayı Peygamber tarafından Mekke v (r.) aracılığı ile, Bakara 279. âyet ve
‘'Câhiliyyet ribası; hepsi kaldırılmıştır! Sadece ana paranız din ue ne de zulme uğramış olun",
»eklindeki beyanında yer alan "câhiliyet ribası" tâbiri bu yuk, ımızdan anlaşılacağı üzere bir türü değil o dönemin âdeti o iizi ifade eder. Nitekim Peygamber burada "hepsi" ifadesiyle ımı içine almıştır. Kur'an'da geldiği üzere (Bakara. 279) b adece ana paranız sizindir" hükmü de bu konuda aynca bt tekim onun bu nutkunda faiz yasağı ile yan yana dile get jalan da kaldırılmıştır’'^, ifadesi de bu dâvaların
Faizin belli bir çeşidiyle veya fakir tüketiciden alındk ünde çağımızda ortaya çıkan görüş ile ilgili âyetlerde ve indeki tutumunda görülen o sertlikle bu görüşü bağdaş Diğer taraftan bir tüketim ile üretim hâdisesini de her îyırmak da mümkün olamamaktadır. Genel olarak ba la bir mal ve maddeyi tüketerek üretim yapar. Sadec ;u olduğunda faiz haram olacaksa neden bu haram
îcak vc borvlaınnn hakle tüccarlar olmalıdır. Taif e bc jt^y^şliler onların voksul uık«*ticıleıi mi yoksa tüccarları mıdır?
>e çeşit olui'sa olsun v>aı\vkte taii-i ödeyen kimdir? Bu faizi, mal vey 2ten çiftçi, tücoaı \ a sanav'ici mi CKlüyor yoksa onlarca ödenen faiz den alınıp tai.’civa mi rvk'nmiş oluyor? Tüketim olmadan üretim c iye satılan malların aiilen hizmetlerin fiatlarında, en cızında tlannda, nispeti doö,i$ik olsa da, artı fiat olarak faiz vardır. Durum gerek tüketim v e geıvk iııvtim kredisi olsun faiz, üretim ve tice likeye düşürse veya kuçültse de sonuçta daha çok tüketici konut :cbinden çıkmış olur Bu yolla da çoğu zor durumda olan tüketici ük bindirilmiş olur.
aba para düzeninin altın ve gümüşten kâğıt paraya dönüşmesiyk ımda olanlara getimceği ek zorluklar ortadan kalkmış olacak midi İktisadî hayatın bütünlüğü açısından bakıldığında faizin sadecı asında bir mesele olmadığı görülür. O, etkisini yaygın/şâyi olara de göstereceği ve faizli ilişkilerden uzak kalanları da, yukarda ba de etkileyeceği için olmalıdır ki Peygamber (s.a) bir sözlerinde
ısanlann riha vcyip duniukları bir zaman gelecektir. Orada riba y e de onun tozundan bulaşır”^’'.
dir. Nitekim Peygamber İktisadî hayatın bölünmez bir bütü ! olmalıdır ki o, idaresi altına giren gayri müslim Necron ve H ilada yaptığı anlaşmalarla oralarda da faiz yasağı uygulaması luyordu ki biz bundan
Konu, üretici ve tüccarın faizsiz ödünç bulmasının fay< ele aiınmaJıdır. Faizle pahalandırılmış sermaye, üretim ve y? kısılmasına yol açar ki, bu da sonuçta işsizliğe etki yapar. F sahibini atâlete itip çalışmadan büyük varlıklı tembeller kesir yol açar ve toplum, yetenekleri gitgide zayıflayacak olan t kabiliyetlerinden faydalanamaz.
Sermayesinin önemli bir kısmını başlangıçta dışandar nu§ yahut üretim miktarının büyük veya önemli bir kısmıı le faiz içte fazla zararlı olmayabilir. Onlardan geri kalmış rediler ve sattıklarına göre satın aldıklarının yüksek fiya inde faizin de payı vardır- gibi sebeplerle onlar ayağa bil mazlar. Tüketicisinin önemli bir kısmı dışarıda olan ülkel itici olmamalıdır. Buna rağmen onların da elbet içerde b nasa gerek. Dünyada dışarıya faizli krediler vererek yül en ülkelerin sayısı diğerlerine göre çok azdır. Diğer dünv nda ezildiği ortadadır ki bu durumun sık sık uluslarara n gündemini de işgal ettiği bir vakıadır. Yüce Allah hü il küresel ve evrensele göre ve diğer bir değişle evrens ığı Kur’an ’da olduğu gibi Tevrat ve Incil'de de çok aç nmaktödır^. Günümüzde bu din mensupları kitaplar aldınş etmiyor olabilir ve hatta bu hükümlere kar§ uiunabilirler. Kur'an geçmişte Ehld kitabın ilahı Y
an kaçış yollan arama gayretleri lıaUUındit a/ bilgi vt'nıu'/ 1 «ıkat görür n olan o ki Yüce İrâde hiç vazgeçmeden bu lıiıkinnU'tini her devirde p rlerinc tekraren indirip durmuştur. Bu da şunu göstermektedir ki al kira, iş akdi ve ortaklık gibi ilişkiler dışında kalan bu borç ve kredi veı ında Yaratıcı, imkânı olanı sadece karşılıksız dav/<ınışma ahlâkıyla < /a çağırmaktadır. Burada, yukarda izah ('İliğimiz gilıi fjcızetilenin sa< ıtiyacı içinde olanlar değil toplumun tümü olduğunu unutmamak geı la kaydetmeliyiz ki Hristiyanlık dünyası, ilk defa (Jalvin (Ö.1564 t maksatlı faaliyetler için faizli borç almanın bekri olduğunu savunme m faizli işlemleri yavaş yavaş kendi hayatına sokmuş bulunmakte ne var ki kitaplarında bu yasak durmakladır.
ırada şunu belirtmeliyim ki biz Hz. Peı^gamher’\n ne peygarr ze ne de sonrasında kimden olursa olsun aldığı borçlarından dola iyle faiz ödediğini görmüyoruz. O, vahiy öncesinde fıtraten diğet ;n uzak durduğu gibi onun aynı fıtrat ve ahlâkı buna da izin ver ır.
yat hiç kimseyi beklemeden akıp gider. İnsan veya kurumlann b z sermayeleriyle yetinmeyi temel siyaset edinseler de genelde 1 iz bir İktisadî hayat da düşünülemez. Eğer bir toplumda faizsiz s Dİları yoksa ve faizsiz ödünç bulunamıyorsa orada hem tüccar, s hem de tüketici kesim zor durumda demektir. Bu zorluklar her kesime ayrı biçimde yansır ve devlet bütçesi dahi ondar alır. Eğer hükümler çarpıtılarak faiz tecviz edilirse bunun faiz inamları araştırıp bulma ve geliştirme gayretlerine olumsuz et lutmamak gerekir. Diğer yandan, inançlar bir tarafa, ortak al uları bulup geliştirmeğe yönelebileceği yine burada
Burada kısa olarak borcun kaynciklcinnı tanıtmak yerin ^arz (kredi) akdinden yani ödünç p>ara vermekten veya bir lan- ki bu vadeli satışlarda kendini gösterir- kaynaklandığı ?n zararları tazmin yahut birinin medını gasb edip iade mcd lümkün olmadığında da onun bedelini tcizmin gibi duruı nır. Borç -gaspta malı aynen iade haıriç- bunlcirdan hang kaynaklansın onlardan belli esaslar dahilinde değerdüşi nusu
Esas olan şüphesiz borcun cins ve miktcin ne ise onu ödemektir ki bu Islâm Fıkhınca tesbit edilen bir hususi ian içinde altın ve gümüşe dayalı paralar yerine geçmi ve para değerindeki değişmeler konusunda İslâm Fil ?86 m. tarihli Amman ve onun devamı olarEik 1409 h nda bu konudaki tesbit ve karan şöyledir:
Kâğıt paralar tam anlamlımla para niteliği olan w diğer hükümleri açısından da altın ve gümüşün ımerleş kümlerine sahip itibarî paralardır 2- Her hangi bir j miş borçların kıımmetleriyle değil kendisiimle ödenmesi kendi cinsleriimle ödenirler Bu durumda, kaynağı ne mevcut borçlan fiatlara bağlayıp ayarlamak caiz değil bilir^.
yakandaki dunım ve karar esas olmakla berabeı ? fakat bir taraf için önemli ölçü veya büyük nr legişimlerinde değerdüşümün cüacaklı ve hatt^
<û bulan dâvalar için hukukî ve kanunî çözümler ürelrneUdir; Çüt umlar, tam insaf ehlini hariç tutarsak, tarafiann kendi arnKu »nda ç< husus değildir.
a. Sözleşmenin ana borca ilâve faiz veya değerıİüşün alma üzerine kurulması arasındaki farklar:
Ödünçten ribâ/fâiz almak ile onun ve borcun vâdesi içindeki c mı almak birbirinden ayrı şeyler olarak görülebilir; Birinde, pa im olsun olmasın sözleşme faiz üzerine kurulur ve bunun adı c 2§mesidir. Bu durumda alınan faizi değerdüşümün karşılığı say liyeti değişmez ve dolayısıyla bu, faiz olur; Aldığımız zaten değ< veya o kadar bile değil, denilse bile faizli bir işlemle alınan fa im farkını alma şartıyla yapılan sözleşmede ise faiz alma niy lecek fark da devre sonunda ortaya çıkar. Burada temel niyet en miktarı aynı değerde geri almaktır. Değerdüşüme mâruz o î ise böyle bir sözleşme şüphesiz ki bir hüküm ifade etmeyecek iri korumayı değil mutlak fazlayı almayı hedefler; Çünkü faizi ak fazlayı; artı değeri alma vardır ve sözleşme değerdüşüme \ :layı alma üzerine kurulur; Burada niyet ve düşünce faiz a an faizde ödenecek miktar, sürenin sonunda değil işin baş rdüşüme bağlı farkı almada bu, süre sonunda ve daha gem 1 alacaklıya ödeme sırasında belli olur.
Borçludan değerdüşüm farkını almak neden faiz olmamalu ilave bir değer olmayıp o sadece verilen meblağı aynı değe arettir. Burada verilenle vâde sonunda geri alınan arasmdî vardır ve fakat değer fazlalığı yoktur. Bu işlemde faize hül akam fazlalığına değil değer fazlalığı olup olmadığına bal yandan eğer alacaklıya değerdüşüm farkı ödenmezse ona Imaz; Borç ona rakam olarak tam ödense de değer olaral
da bir örf oluşmamışsa, vâde sonunda kredi sanıuı ııenu; Fakat borç zamanında ödenmeyip mâkul olmayan (jecik durumda gecikme süresinin değerdüşüm farkı alınaV)ilir. H larda borçlu tarafından böyle bir fark ödenmezse, parada gelen değer kayıpları dolayısıyla bu borç hiç mi hiç öden ödeme ne Allah katında ve ne de kul katında ödenmiş say yıl önce alınmış olan 25 bin Lira bugün kaç lira olarak ö o zamanlar bir daire satın alınabilirken günümüzde (para önce) onunla bir yerde bir yemek yemek bile mümkün ol geçen sürenin altına göre ve bu olmazsa kanaatıma gör üç yahut beşi esas alınarak onların değer ortalamaların< değerdüşüm farkı hesabı çıkarılarak ödeme yapılmalıdı düşünmemeliyiz. Eğer borç, para ödüncünden değil de Tundan doğmuşsa ödemenin bu malın ödeme sırasında^ ien yapılması bence uygun olacaktır.
Bu yukarıdaki esastan hareketle eğer parada, özelli Imuşsa böyle yerlerde de bunun borçlu lehine tersine işi malıdır.
c. Değeri düşmeyen veya çok az düşen pat ölçü altp ödüncü yerli para olarak verm
Çoğu mütedeyyin insanlar borç verirken onunla ali Dara alıp bunlarla borç verirler ve böylece de dec an kendilerini korumuş olurlar. Bu olabilir, ancak gu için ona itibarsızlığı artıracağından değer düşr göre bir etkisi olacak, sonuçta bundan yoksul k(
ın verine onlardan Kirini Aln’ı
d. Ktsmt de olsa komıyo İlk çözüm getiren fakih Ebû Yıl
Her ne kadar kağıt paı\\ dönoml olmasa da, sonuç itibariyle değerdi benzer olumsuzlukları gidiMitıc yolund<ı ilk içtihatta bulunan han Yûsuf (Ö.182 1x^98 m) olnuıı^luı. Onun hocası Ebû Hanîfe ise g akitlerinden ve geıvk kar/ykredi akillerinden doğan borçlarda paı ki olumsuz değijjmenin borç miklarını etkilemeyeceğini savunur f, bir alış-veriş (; bey ') akıliıuie bedel olan paranın veya bir par< le sırasında diğer bir para cinsine göre değeri düşmüşse bu bede yapıldığı sıradaki kıymetinin ödeneceği içtihadında bulunmuş ı buna göre verilmiştir'*’. Meselâ o devir için gümüş paranın \ nadenî paranın değerinde çok düşme olmuşsa değer kaybına ı. altına göre aradaki fark ödenecektir. Bugün doğrudan karz/kr jer sebeplerden doğan tazminatlar için de bu içtihadın işletilme 1er ciz değildir.
:ğer değerdüşüm farkı almanın meşruluğuna fetva verilmezse ılemlerden kaçan kişi veya kuruluşlar, değerdüşümün ciddi ol rç verirlerken onlar kendi ülke paraları, mesela ti. yerine yab jörme yoluna saparlar. Türkiye'de halkın pek çoğu yabanc 1 aracı olarak kullanırken gene pek çoğu da faizden kaçm; den de etkilenmemek için, karz-ı basen türünde borç veı :ı para cinsinden verme yoluna az gitmemişlerdir. Her iki ı kendi parasına îtibar etmemesi ve dolayısıyla onun büsbü sına yol açıyor. Öte yandan bu tutumlar karşı paraların etmiş olurlar. Bu da faiz gibi halkın ezilmesine sebep olur, an, her ne kadar yabancı paraların ülke parasıyla veya d< birbirleriyle değişim işlemleri (: sarf) meşrû bir işlem ise < şartlara göre ülke menfaatlarına uygun düşmeyebilir. Öze
r>« vw \jvWonci kitap olarak rtr> *Xt'SîîX'k' t.xiinik>n ,«4»’ivetin bir gelir ve üretim için sermaiye görülür. İhtiyaç akçesi olsurak ekle bir mk=ı hark: v>.aînı^\'a düşüncesiyle para ve mal biriktirme b
foaannvakfcKkr Bıı türlü para yığma Kur’an'da "’kenz" c^an w pvıraiannı Allah yoluna uygun harcamayıp istifçilik yapank şidciotk bir çaıptınlacakları bildirilmiştir^ Kenz tasarnıf
adıs'^a kkiîhar'da ileıtie bir i§ yapma gayesiyle sermaye oluştuı madtğî gibi gelec^.'ğin muhtemel veya beklenmedik matsrafları üreıv ihtiyat ak^t^si ayırma düşüncesi de yoktur. İddihar'da en istif yapmaktır.
isiamın geidiği çağda insanlar altun ve gümüş paralanru ren kaplarda istiflediklerinden Kur’an'ın bir başka âyetinde *ir anîanmİa kınandığı görülür:
“Cehennem kendine çağırır servet yığıp da kap içinde sai
İktisadi açıdan son derece yanlış olan paranın çalışünlm ıniy^ti ve tutumu Kur’un'daki uyarıdan sonra da devaır ndiierini asırlarca bundan kurtaramamışlardır. Bilindiği gil 638 h 1240 m), küplerle toprak altında muhafaza edilen ı 27/7 ilâhınız benim apağımın altındadır", sözleriyle kend Lmunu kınamıştır. İktisadî açıdan böylesi yanlış bir yola luklan ruh halleri yine Kur’an’da bize şöyle anlatılmak!
"Ki o kimse mal toplaı^ıp onu tekrar tekrar saı^maktadır
Teme! ibüyaçlann ötesindeki serveti veya onun ifâdes dönüştünememe tarihte insanı Kur'an'da tasvip edi ve müslüman insan bu alanda asırlarca Kur'an çizgi f veya tam gelememiştir. Bu alanda günümüzde de de legiştiııen yanlışlıklar vardır: Bir millet parasını ço^n
^^„ıntın ziynetlerin blrlktlrme/iddihar açısından durumu ve sermayeye dönüştürülmesi:
İslâm toplumlannda aileler ve kadınların gereğiv’iden fazla altın ve leleri bu yukarıdakinin bir başka benzeri olarak karşımıza çıkar, lamama ve öte yandan hem paranın ve hem de sahibinin bir g mı içine i\lınamaması İslâm âilesini böylesi bir edinme ve yığm< iştir. Burada geleneksel İslâm toplumlannda; Hariçten olan erkek! kilde Kadına ilişip dokunulamayacağı ve bunun her şeyden önc< ğmayacoğı, gibi hâkim tavır ve düşünce kadının ailece bir emân ıılmasına yol açmış olabilir. Anadolu’da yakın zamana kadar ( 1 ve yol kesenler bile kadına el uzatıp ondan bir şey gasbetmı zdi; Çünkü bu onlar arasında bile eşkıyalığa sığmaz bir şey olaı Eski bir emniyet mensubu dostum bana 1940 veya 50’li yıllar :an-Erzurum hattında kağnı arabalarıyla yapılan bir yolculukta ibancı turistlere varıncaya kadar erkeklerin paralarını gasbettikl ılarında, kollarında önemli miktarda zînet eşyasına sahip kc şey almadıkları ve buna turistlerin de çok şaşırdıklarını anlat zde ise, eğer bilezik kadının kolundan çıkmıyorsa eşkıya on îk çıkarır hale gelmiştir. Ben burada elbet; Nerde o eski eşkıyc yorum, sadece bir durum tespiti yapmaya çalışıyorum. Şüph liçbir türü, ne insanlığa, müslümanlığa ve ne de adamlığa s ırsa olsun sonuçta Kadın, âilenin sahip olduğu servetin ön( iynete dönüştürülmüş olarak ömür boyu bir hamal gibi taşı [etirilmiştir. Ayrıca kadının zînete olan tutkunluğu da onuı timasına yardımcı olmuş olabilir. Sâdece Anadolu/Türkiy( adınlar tarafından ziynet olarak taşınmaktadır ve evlerde oı bekçiliği yaptırılmaktadır. Müslüman kadın yalnızca ihtiya eli ve o aile servetinin bir hamalı ve bir bekçisi olmaktan V île de kırsal kesim kadınlarının buna daha çok ihtiyaçları Ofîvletin de bu âtıl servetlerin işletilmesinde öncülüğe
c. üretim ve kaxancın ana unsurları:
Kazanılmı.'j st^rv<;lltîrin mal ve hizmet üretimi iğin ‘verm mesi bir zihniyet, bikji ve beceri işidir. Üretimin; t^ıbiat, surları yanındcı zihnî/bilgi-beceri unsurunca da ihtiyacı vardır maye olarak harekete geçirmek ile başlangıçta sermaye tedr ayrı ayrı şeylerdir.
Kur’ân-ı Kerîm ’de çok büyük İktisadî hedeflere işaret edî bu kitapta denizde ticarî emtia taşıyan gemilerden söz edilir^' “Denizde sıra dağlar gibi yükselen gemiler’“\ ifadesine yer verilir. Diğer yandan Kur’an’da tüm dünyayı ?ibi gökleri de İktisadî kullanım alanına dahil eden çok sa* adır(*). Bütün bunların basit ve düşük bir İktisadî seviye ye ok güçlü bir İktisadî yapıyı hedef gösterdikleri açıktır. Br etisadî hayata geçişte ve onu devam ettirmede ona göre ıtiyaç olacağı âşikardır. Büyümenin de Kur’an ve Sünn jkuka uygun kanunlarda belirtilen çizgide meşru olmas ez bir ilke olarak karşımıza çıkar. Büyürken, dünyanı llanma ilkesine, israf ve dünya tabiatının tahribi gibi ge lulan yasaklara uyma mecburiyeti olduğu da burada uı
Sermaye birikim ve tedariki için bir kısım yollar ve al iz şimdi bunlar üzerinde duracağız.
9. Yedi yıllık kalkınma planı Gelir dağılımı ve {yoksullukla mücadele rak bu servetlerin İktisadî hayata sermaye olarak katılımının sagianr Burada dolar olarak 50 milyara yakın bir kaynaktan söz edilmektedi ^azladır. Diğer bir teklifim de “Tu 'me” başlığı içinde açıkladığım uz ırazUerinin ziraî türden ağaçicirla ağaçlandınlması ve Hazîneye ait icarete uygun bitkiler ekimine açılıp bunların belli ölçeklerde yoksul leydi. Tüm Türkiye için bu yönde değerlendirme r:ı:»)ıcrr>=*cı ı;aö||m
1- Mal Kazanıp Sermaye Oluşturma
slâm hukukunda meşrû mal ve servet kazanma yolizın belli ec a bizzat kendi çalışması veya servetlerini çalıştrmasıyla mal ırtar veya hîbe, vasiyet ve miras gibi yollarla bir mala sahip c ikimi için kişinin, edindiği mallardan bir tasarrufa gitmesi g ıstır. Bazılarının kazançları ancak aslî ihtiyaçları karşılayacak \ 1 için onların bir tasarrufa gitmeleri mümkün olmaz. Tasarr rzulardan vazgeçmek gerekir; arzularla savaş ise kolay değildi e olanlar daha büyük işler yapmak niyetini taşıyorlarsa onla eri kolay olur. Yeme, içme, giyinme ve bannma gibi temel ihti »meyen ve satın alamayan insanlar ne üretim ve ne de tüket î hayata faydalı olamazlar. Bu bakımdan ya bunlara iş verili lydalanma yoluna gidilmeli veya onlara gelirden belli bir ' tüketim ve daha sonra da üretim yönünde harekete geçir n ana hedeflerinden biri de
ahsî tasarrufların yanı sıra sermâyenin kullanım ve tedarik leler daha yapmak gerekir ki İslâm fıkhında bu yönde öı ır. Şimdi bunları sırasıyla göreceğiz.
- Servet Ve Sermâyeyi Koruma Ve Üretim Serma Zekât Muafiyeti
Servet ve Sermayenin İsraf^Savurganhktan Ko
“Elini boynuna bo0ı alarak asıma (: eh sıkı olma), onu bı ma ki kınanır (ve kaybetriMermmi hasretini çeker kahrsır
denilirken bir diğer âyette. iriıanatrîİann israftan ve onun a kısıntı (: taktir) dan uzak tldsi arasî bir denge içinde tüketir nacaklcun anlatılır^. Kurban da israf aniammda ve bazı yorun genelliği karşısında daha özei bîr anJam taşıyan bir de “teb2 Tebzîr’e israftan daha özei ardam v’erenîer onu; Dinde mü yılmayetn nesnelere veya meşru görülmeyen davranış ve i: biçiminde anladılar. Meselâ içki ve benzeri uyuşturucular işler bunlara girer. Sahabeden İbn Abbös (Ö.68 h)’tan başla en azlığına çokluğuna bakmadan, dînce yeısaklanan alanla în "^tebzîr” olarak tanımladûar-'. Endülüslü müfessir Kurtu
îbzîrin aynca sermâye ûe ifişkisini kurmuştur. Ona göre; ! lun kâr ve gelirinden meşru arzularına harcayan kimse yılmaz. Haram olan herhangi bir alana 1 Dirhem harcaye jştur ve buna engel olunur* \
İsraf ve tebzîr Hisbe/Belediye teşkilatınca önlenirken F ru akıllıca kullanmayıp beyhude v^erlere harcayan sefihi mışlardır. Böylece, kaynaklann. servet ve sermâyenin I ve faydasız elden çıkışının önüne geçilmek istenmişti
b- Üretim Sermayesine Zekât Muafiyeti
f yerlerinde ticari mallar hariç, bincdann ve diğer tı zat üretime yatırılmış sermayenin zekâttan muaf tutı
.......,..c*ıiı\ıar tüm değerleri üzerinden değil yalmzc
eri üzerinden zekâtlandırılırlar. Ticari sermaye ve ticari mallar ise tc rleriyle zekâta tâbi olurlar. Zekât bakımından para ile ticaret meılı an /ınm gözetilmemıştir.
Jretim sermayesine tanınan bu muafiyet ile daha çok işyeri atçılma: erinin genişlemesine imkân verilmiş olmaktadır. Bu da daha çok is ıktir ve sonuç itibariyle zekât kurumunun yükü hafiflemiş ve hedefti ın gerçekleşmiş olacaktır.
II- DAYANIŞMA Ve SERMAYE TEMİNİ AÇISINDA] ŞİRKETLEŞME VE TÜRLERİ
A- ŞİRRETLEŞİP DAYANIŞMANIN KUR’AN Ve SÜW KAYNAKLI FIKHÎ Ve AHLÂKÎ TEMELLERİ
nsanın kendi kendine yeterli olması İslam fıkıh ve ahlâkının esastır. Hele aslî ihtiyaçların temini söz konusu olunca lûşi sına muhtaç olmamak için olanca güç ve yeteneklerini ortav mndadır. İnsan kendi emek ve ameli dışında bir şey beklen ihtiyaçları bakımından İnsanın kendi kendine veya imkâni îtediği iş ve üretime yeterli olmadığı yerde Din karşılıklı y; birliği ilkesini devreye sokar^^; Sıkıntıları gidermek yahut t la ileriye gitmek için bu gereklidir. Karşılıklı yardımlaşma d ilgili âyetteki “teâvun ’ aslında her türlü hayır ve üstün faydc irliğini ifade eder. Maddî-mânevî belli bir hedefe varabilme i gerçekleştirmek için çok kere kişilerin yalnız başlarına irr yeleri yeterli olmaz. Bu sebeple az veya çok sayıda insanın
oılnUliinl.ın her biri hem kendi sermâyesin ortaklara ait seı m^Vr’Ieı İn yol açtığı kârlardan yararlanmış Drtağın lıissesine düşen üu-tim ve kâr payında diğer ortakk çatkısı bulunur. MülessirHamdı Yazır (Ö.1946); '‘Herke ılık bir rehindir, ancak satıcılar böy/e değildir- Müddessir, i âyetleri, görebildiğim kadarıyla diğer müfessirlerden ayı ayatla ilgili görmeyip liynı zamanda bunu şirketlerde kânı Dİüşümüyle de ilgili görür. Onun yorumuna göre; Tek b eyip şirketleşenler birbirlerinin sermayelerinden yararla 'etin böyle bir yorumuna yanlış gözüyle bakılabilir ve fal ğrudur.
b. Peygamberin ortaklığa teşviki:
Hz. Peygamber (s.a), biri daha sonra eşi olacak c i de Mahzûm kabilesinden es-Sâib (r.) adında biriyle^ luş birisi olarak müslümanları şirketleşmeğe teşvik etrr dayalı bir ıktisadi-malî düzen öngörülmemiş ve daha açit verilmemiştir. Bu durumda Peygamberdin m iiği görülür. Bu teşvik gerçekten en üst ifadesiyle lyor ki onun, levha yapılıp şirketlerde ve diğer uy sı çok uygun düşer. O bu teşvikinde şöyle der:
İlah buyuruyor ki; Biri diğerine hıyanete yeltenmı >üyüm. Biri hiyânete girişir (; içtenlik ve dürüsti bırakır aralarından cekilirim''^
Bir kimse ortağına karşı içinden bile olsa, istenmeyen bir düşüne jiğinde her halde Allah oradan çekilir. Mesela iki ortaktcin biri; - Bu başıma nasıl sahiplenebilirim gibi içinde bir düşünce beışlatırsa art ıktan hayır beklenemez; Allah oradan aynimıştır. Bir ortak; Bu ortal prebilir, başka nerelerde şubeler açabiliriz, gibi düşüncelere yönelr tek başına sahip olmayı düşlerse bunun güzel ahlâkın dürtüsü olı dadır. İnsanlarımız eğitilir; ortaklığın, birlikteliğin faydalan ve di arı, bu konuda çevreden başarılı canlı misaller de verilerek, onlc zamanla çok güzel düşünce ve yönelişlerin ortaya çıkacağı şüpht n bunu kavramış ve çok içten, yüksek ahlâkî duygular içinde yüı klıklar vardır. Burada şunu da belirtmeliyiz ki şirketleşme teşvikler kendi sermayesiyle iş yapmaya karşı bir tavır gibi algılanmamalıc , ister tek başına ister bir şirket olarak olsun sermaye olabilecek j yapabilmektedir.
Şirkete sadece bir ticaret ve üretim dayanışması olarak bakılmar üçük şirket, çalışanlarıyla birlikte kendi boyutunda bir ailedir. Ora' ın her türlüsüyle tezahürünü görmek mümkündür ve bu geıripseı
c.Ortaklık kurmada yakından uzağa doğru gidiş, b şirketlerle küçükler arası ilişkiler ve dayanışma ikli oluşturulması:
Şirketler dünyasının dışından birisi olarak, onlann hoş gör Ja, bazı düşüncelerimi dile getirmek istiyorum. Eğer hata ediv memi dilerim. Şöyle ki: Şirketleşmede önce aile ve yakın ak nlannı birleştirme yoluna gidebilirler. Böylece onlar tek başlc dan işler için bir sermaye ortaya çıkarmış olurlar. Hatta or nemeyecekleri işlere imza atar duruma gelebilirler. Elbet bu ■ arası şirketler de devreye sokulabilir ve bu, uzaktakilere doi melidir de.
ğundan yayyın küçük 6lçt’kli r>rfaklıklar toplumun çok geni^ /indirmiş olurkır. Bunlar bilfiil lir^'tirr) vn ticaret içinde yer alacî yelerinin doğrudan başınrla olarak, kerelilerinde hem şahsen ve hem de ferdî girişimcilik ruh ve becerileri giderek artar hi toplum buhranlara karşı da daha çr;k dayanıklılık kazanmış ler de kendi genel aile bünyeleri içinde ve fakat kendi başl. sayıda küçük ölçekli işletmeler vücuda getirebilirlerse her \ daha sağlama almış olurlar. VeyeJ bu büyük şirketler -ki Ant şehirlerinde görüldüğü gibi halkın küçük tasarruflarıyla öner ler de bunlara dahildirler- tamamiyle müstakil küçük şirket değil kendileri için gerekli ve bu dünyayı oluşturmada ke olarak görme yoluna girmelidirler. Bu büyükler onlarla pek içine girip de bu çevrelerini genişletirlerse hem o kuruluş hem de sıkıntılı zamanlarında, önceden karşılıklı ilişkiler sel ında bulma şanslarını artırmış olurlar. Bu küçüklerin daha >labilecekleri unutulmamalıdır. Ferdî bazı tutumlar bir yanc /ilikleri takdir ve gerektiğinde karşı fedakârlığı gösterme < LJ ahlakî tavır küçük kuruluşlarda onların sahipleri taraflı ya konulur. Ben bu küçüklere yer verme ve onları güçle )’nin, valisi Mâlik b. Eşter’e yazdığı genişçe risalesinde nzetmekteyim; O bu yazısında
ıkat günümüzde bu alanda istenen çizgiye gelinemediğ? bir gerçektir, l igünden en büyüğüne işletmeler kuruluş ve gelişme sermayelerini şirkt )luyla sağlayabilirler. Bu ve benzeri alanlarda yeterince kurumlaşanrair rruzda müslüman toplumların en başta gelen eksikliği olmuş, görürven )ktada Kur’an ve Hz. Peygamberin öğretileri çizgisine tam gelinem*
dHer güzel ve iyi olanda dayanışma, nasihat ve öziiıns kaynaşma ahlâkı:
Kur’an ve Hz. Peygamber (a.s)’ in öğretilerirKİe istenen yaıxiım )irliği (: teâuun) nin alanı aslında çok geniştir. İlgili âyetlerde bu alan ;e ifâde edilmiştir^^ ki bu kavram; iyi, güzel, faydalı. İnsanî ve en icişır her şeyi ifâde eder. Dinde insanlar sadece servetierivle değil akı bilgi birikimleriyle de başkalarını ve toplumu faydalandıtTrıava ç\\ . Peygamber her alanda olduğu gibi İktisadî ve ticari alanda da r birlerine bilgi ve tecrübelerini aktarmaya çağırmıştiT ki bu çağıl so yutta değil kurumlar ve toplumlar için de düşünülmelidir. Onun il İSİ muhtelif hadis kaynaklarına parça parça geçmiştir. O. bu konuşı lümünde şöyle demektedir;
“İnsanları alış-uerişlerinde serbest bırakın. Allah insanlcn bırbir landırır. Fakat kim ki din kardeşine bir konuyu danışırsa o geri di nasihat (: bilgi ve öğüt) versin’’^.
Esas anlamı samimiyet ve içtenlik olan ve bazı hekdislcıdie lanıian "Nasihat” buradaki anlamıyla bilgi verme ve tecrübe biri hâdisesidir. Bu da şüphesiz bir içtenlik içinde olmalıdır. Bu, kuu lişmanlıktır. Arı Özümsemeden bal yapamaz. Ne kovan ne ne ı tmseme olmadan güzel ürünler çıkmaz. Ne yazık ki Dinde üı ulan bu "nasihat” meselesi diğer bazılan gibi geçmişte feaii sinde ayrıca bir kurum niteliğini kazanamamıştır. Bugünkü i İr ai=»«ı=»,r/4a Bîlni hirikim ve aktarma merkezleri oluşturmak, 1
uğunda vücudım dU)et tı/ut>/on uyanıklık ve hararet KirdîrrKi çağtnrlar "^^
ygamb^r bu soderiyle olması gereken ilişkiler ve en o aynca vücudun bu yöndeki biyolojik gerçekleı
âm Fıkhında Şirket Türleri, <îlrlıllıııcİllk/Risk Sermay radaki Yeri Ve Ortaklıklnnln K(tr-/arar Bölüşüm Esas
Şirketlerin Tanımı: ilU tUHuMulı'vdi;' ortaya çıkıp fıkıhta
ket çeşitleri ad ve genel îi/ellikliM İvle şöyle sıralanabilir; 1- Şirket Emek veya sanat becerisini bit leşi irip ortaklaşa birlikte çalışm; ,ya konulan sermaye emek, bilgi ve beceridir. Ebdân bedeni îkler demektir. Burad<ı en a/ınıl.ın o dönemler için bedenî eı "lemli olduğu için ortaklık bu adı almıştır. Boyacılar, tesisatçıla pler, avukatlar vs. bazı meslek erb.ıbı bu şekilde ortaklıklar k ’t-i vucûh; Şahsî îtibarlarını orlay«ı koyup birleştirenlerin ortak m bulunmayan veya kaybetmiş olan bu gibi insanlar tanını dalanarak çeşitli alanlarda ve özellikle de alım-satım alanınd< an veresiye mal alabilirler. Sonra bunu satarak borçlannı öd ra kazanmış olurlar. 3- Inor) şirketi; Tarafların ortaklaşa senr dukları şirket türüdür. Şahısların ötesinde şirketler de kendi DU tür ortaklıklar kurabilirler. Sermaye olabilecek her türlü ik birleştirilebilir. Her ortağın sermayedeki payı farklı olabilir özün şirketleri en çok bu türdendir'** Faizsiz sermaye kurul yla sermaye ortaklığı esasına dayanarak kurduğu bu tür bir ske” usûlü denilir.
Mudârabe şirketi ve girişlmcilik/riak sermayesi kut rmaye bir taraftan emek diğer taraftan olan şirket
ıber’in, yukarda bahsettiğimiz, İslam henüz gelmeden I ticarî ortaklık buna misal olarak gösterilir. Günümüzde fe ları/Katılım ortaklığı bankaları bu tür içinde yer aldıkları gi ?isk sermayesi'' diye bilinen ve hızla yayıldığı anlaşılan şi da hu mudârabe ortaklık biçimi oluşturur. Burada; Faizs
ve esası sonuç itibariyle mudarabe şirketi çerç ijundan 1)11 kıımlıışlart da onun içinde görmek dururnundnvi/ fumıluşları kimin başlattığı önem taşımamaktadır. Bu kumlu^l «la bu kadım veya bir mal üretimi yahut ticareti için 1/ır plnt planını, yani buluş ve geliştirme hakkını satma yarine onu bir i gibi kullanmak isteyenlerle bir ortaklık kurarlar. Bu usukie, hi Inınlara talip olan kişi veya kuruluşça karşılanır. Burada sö/ plan/proje sahipleri bunları hayata geçirmek için faizli kredi aln yt)ia fıaşvururlar. Faiz düzenine göre her iki taraf da bundan j/niaiıdır ki bu girişimcilik sermayesi düzeni günümüzde, ili |ÖR' daha da gelişme ve yayılma eğilimi göstermiş ve o/.elli .ılışan Hnri’da, Amerika, İsrail vs. ülkelerde bu tür çok sayıd t)(X)’lerce kuruluş ortaya çıkmıştır. Faizin haramhğına iman rellikle de müslümanlar ona bir seçenek olarak farklı kuruU •üşürmek zorundadırlar ve başkalarının kârlılık esasıyla da kuruluşları da benimseyip almak durumundadırlar. Bi/afil îdisi onlara böyle bir sorumluluk yükler. Burada şunu ntesipleri îman olarak bıraksalar da faiz yasağı, çok açık ş ümüzde ellerinde bulunan Tevrat ve İncil'de de yerini İlahî İrâdenin, her devirde insanlığı faiz dışındaki • eri bulmaya
d.Ortaklıklarda kâr ve xarar bölüşüm esasları: Bazı fakı »sin ortaklıktaki sermayesi ölçüsünde bölüşeceğini savunurlarken aralarındaki anlaşmaya göre bölüşülebileceğini savundular. Ha : imam anlaşmaya göre bölüşümü esas alırlarken bu mezhepler îrmaye miktarları ölçüsünde bir bölüşümü escis almış ve öteV [örmemiştir. İmam Şâfunin görüşü de bu noktada Züfer gibidir tilâfların “Sermaı^e ortaklıkları" için söz konusu olduğu unutL dışında mesela Hanefîlere göre iki kişinin bir ortaklıktaki serm< da bunlardan biri kendisi için kârın yarıdan fazlasını şart koş ayesi az olan, kârdan daha fazlasını da alabilir ki şart koşma h tanıyan Hanbelîler 'm görüşü de bu yöndedir.
Hanefîîer'e göre bir kâr ve nemâya; Ya bir meıl/mülk, ya da eı inat (damân) sorumluluğu sebebiyle sahip olunur. Sermaye ;/iş diğer taraftan olan ortaklılar (mudarabe) da -ki girişimci ğı da buna dahil olur- biri malı, öteki de emeği ve bilgisi sı olur. Nerelerde, alınan bir şeyi, zayi halinde tazmin sorur rda o şeyin getirisi de tazminle mükellef olana ait olur ki bu i nır^'*. Züfer ise malı temel almış ve buna göre de sermaye ort. lacağı payın, hissesinden fazla olmasına cevaz vermemiştir.
Mâliki mezhebinden olan İbn Ruşd, sermaı^e ortaklığı ko rin görüşlerini topluca şöyle değerlendirmiştir, a- Sermaye farın kârdan eşit alacaklarında ittifak vardır. Sermaye mikta a ortakların yine eşit pay almalarına gelince bunda ihtilâf < ve Şâfi 'i -ki elbet Züfer de böyledir- bunu caiz görmezi caiz görürler. Bu şıkta eşit payı caiz görmeyenler zarara len yürürler; Onlara göre zarar eşit bölünemeyip bu, serm olunca kârın da böyle olma gereği vardır. Onlar bunu mü îtirler; Bir mülk ortaklığında herkes onun getirisine ondak — ^^falrlınınm dıırumunu mudi
Dirlerinden farklı farkJı oJurleir kı bu duıu... ... ıbelîler’in görüşü de bu merkezdedir.
Biz bütün bu ortzıklık çeşitlerine göre kâr ve de zarar bölüşümün e ortaya koyabiliriz:
1. Madarebe ortaklığı: Bunda ortaklardan biri veya bir bölümün olmayıp onlar emek veya bilgİ-becerilerini ortaya koyduklarında jüm nispetleri bir pazarlık konusu olacaktır ki bu konuda bir ihl la emek sahipleri gibi sermaye sahipleri de birden fazla olabilir. 2. Mülk ortaklığı: Bu çeşit ortaklığa yani bir hayvan veya ake ıdeki ortaklığa gelince burada fakihlerin genel görüşü; Mesel su, sütü, mülkün kira geliri gibi nema ve getirisine herkesin V nnca sahip olacağıdır.
1. Sermaı^e ortaklığı: Bunda, madarabenin aksine, sermayec la payı vardır ki bu bir ''müşareke'' ortaklığıdır. Bu ortaklıktc emeği karşılığında kârdan ayrıca bir pay alması ve bunu pe tî kaynaklarına bakılırsa caiz olur ki bunun Hanefılerce de a Ortaklardan biri çalıştığında burada, bir yönüyle mudarel : edilebilir ve bunları İmam Şâfi 1 de kabul eder. İki ortağın ılardan birinin ötekine göre kârdan daha fazla nispette bi r ki doğrusu da bu olmalıdır. Ancak böyle bir şart yoksa bö
hrf emek: Şirket-i a'mâl ve itibar ortaklıkları: Bunlardi ; emek, bilgi ve beceridir ki o da birinden ötekine deği§ jnca bunda kâr eşit bölünebileceği gibi kanaatımca fa ilebilir ki bu yönüyle o Mudarabeye benzemiş olur. İti Ja bundan farklı olmaz. Burada devreye ayrıca itibari ü olur.
?/// bir meblağ yerine kârdan ancak belli bir nispetin kta ki bu ziraî ortaklık da olabilir, ortakların alacakla
,ır. Mudarebe’de bir tarafın sadece emeği söz konusu olduğundan 11 kaybetmiş olur^^’.
2- Ortaklık Açısından Borsadaki İşleyiş, Senet Türler Borsanın Yanlış Yüzü
3iz burada konuya elbet Fıkıh çerçevesinden bakıyoruz. Günüm' şi içinde; 1- tahvil, 2- hisse senedi olmak üzere iki tür senet iş i/ senedi faize ayarlı olduğu için o, fıkıhtaki faizli işlemler hül f senetleri ise Fıkhın meşrû gördüğü ortaklık senetleridir. Ancak î/â/ mal ueya helâl hizmet üreten şirketler, b- Haram mal ueya irket ve kuruluşlar olarak karşımıza iki tür şirket/kuruluş çıkar. I ırdan İkincisini alıp satmaya izin vermez. Helâl kesime ait olsa ►n benim, borsanın işleyiş biçimine yöneltilecek tenkitlerim vai »netler bir yatırım ve yıllık kâr payları için alınıyorsa buna diy ır ve aslında yapılması gereken de
jünlük oynamalara gelince burada artık işleyiş içine bir kun ki bu kişilere hâkim olan ruhun bundan başkası olduğunu s zor olur. Bu da bir mü’minin ahlâkı olamaz. Burada ayner dakika ve hatta saniyeler içinde servetler kazanılır veya kaytw ve sıhhatler çöker ki bunları, ne yazık ki, yakın çevremde I. Söylenenlere göre söylersem, kazanan genelde belli kesil iiğer önemli bir kesim şöyle veya böyle zarar etmektedir. B la yakın mekruh dışında, kesin haram olduğunu söyleyem ılardaki ruh halini tavsif ve nitelememize psikologların bir i tmiyorum. Borsanın bu işleyişinde bizim yukarıda bahset a şirketleşme ve
şadı havai Ani \m ı vt? Fıkhı düzenlemede olduğu gibi di onlann mansiüi'lan kendi kitaplarında bu konuda gelen İlkten yKİ^eleı de faizsiz kurulmuştur ve buna göre de jftında i'lsun hvvı\ ve kredilerde faize yer verilmemiştit i temin kav^nak w kuruluşları oluşturulamazsa, hayat f akıp gkleı eğinden orada faize doğru eğilimlerin daha
slamf inan\ v'e düşünceye göre, toplum bir yanda m da İslamlığını korumalıdır. Eğer her ikisi birlikte bh nız zenginleşme hedef alınmışsa orada bu Din açısıı dir. 'n^rihte yapılmış yanlışlıklara gelince, onlar tar: fslamın yanlışlığı değildir. Aslında Allah’tan geldiğ jnan dinlerin yanlışlığı olmaz, sadece son gelenin, shleri (kaldırdığı hükümler) olur. Eğer vahyin getiı ve kamu yararına göre kurumlaştırılamazsa orad leflene varmak mümkün olmaz ve sonuçta da öng< zat o değerlerin kendisinden sapmalar ortaya çil
nilletin önüne, kendisi bir tarafa bırakılarak sade toplulukların kültürleri konulmuşsa, o ülke ins< kendi benliklerinde tutmak çok zorlaşır veya ? hatta çok kere siyasî sebeplerle değil sadece ve rakildıkları için kendi tüm maddî ve manevî d< hale gelirler. Bazıları da burada bu kutsal,prefabrik ev fiyatları yazdı..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder